Fotoğrafların Ardındaki Hikayeler/ Giresun 2016

Bir fotoğraf karesi. Gülüyorsun; mutlusun fotoğrafta; evet o an mutlusun…peki ya öncesi?

Günümüzde İnstagramda ya da başka sosyal ağlarda bir ana bakıp da “yaşıyor be insanlar” demiyor muyuz? Diyoruz. Ben de yapıyorum bunu; ister istemez…

Durdum düşündüm bugün; yok öyle çok uzun uzadıya değil; bir an düşündüm. Fotoğraftan ne anlayabiliriz ki? Anlayamayız bence. Ancak bizi çok iyi tanıyan insanlar yüzümüzdeki en ufak kıvrımdan anlayabilir bunu.

Şimdi size yukarıdaki fotoğrafın hikayesini anlatacağım. Beğenilirse okunursa belki ilerde başka hikayeler de anlatırım, kimbilir ?

Fotoğrafta Giresun Kalesi’nin önündeyim. Babam beni gezdiriyor, kardeşim yanımda, mutluyum. Evet mutluyum; o an mutluyum. Güvendiğim insanlar yanımda, sağlıkla gezebiliyorum ve şükrediyorum. Peki ya öncesi?

Öncesi şöyle işte; Aralık 2015; büyük bir ameliyat geçirmişim. Hastanede bir hafta kalmışım; evde de 20 gün kendi kendime ayağa kalkamamışım. Gece tuvalete kalkacağım mesela, o zamanki eşimi uyandırmak zorundayım ki beni kaldırsın…muhtacım…Mecburiyet, muhtaç olmak… beni mahvediyor. Geçecek diyorum kendi kendime, asla bırakmıyorum, koyvermiyorum, ama o an? İşte o an içimden ağlıyorum; dışa karşı gülümsemeler… Aynı bu fotodaki gibi…

Kafamda deli sorular, yüzümde iplemez gülüşler…

Fotoğrafta kafamda peruk; bir hafta önce 2. Kür kemoterapimi almışım. Daha, söylenene göre 2 kür daha var. Söylenene göre çünkü 4 kürün sonunda değerlerime ve görüntülerime bakılacak. Kanser vücuttan gitmiş mi ona bakılacak…

Ameliyat sonrası benimle teyzem ve kuzenim ilgilendiği için taşınma kararı almışız. O arada diğer kuzenim evinden çıkmaya karar vermiş, biz de onun çıktığı eve taşınmaya karar vermişiz. O sıralarda eşim de yurtdışına iş seyahatine gidecek. Normalde kemoterapiden 4-5 gün sonra kendi evime dönüyorum, eşimle idare ediyoruz. Ancak eşim yok, teyzem de dinlensin istiyorum sanırım…ben de babamların yanına gideyim bari diyorum. Onunla aynı güne gidiş – dönüş bileti alıyorum Giresun’a. Ameliyat sonrası ağır kaldırmam kesinlikle yasak. Benim gidiş uçağım onunkinden önce, bavulları teslim edip güvenlikten geçiyoruz. Dönüş uçağım ise ondan çok sonra. Kardeşimle döneceğiz, kardeşim aktarmalı Ankara’ya gidecek dolayısı ile ağır kaldırmama gerek kalmayacak. Her şey organize edilmiş, her şey yolunda…ama işte neymiş, insan plan yapar, Tanrı ona gülermiş. Ha bu arada gidiş uçağımda da babamın eşi var, doktor kendisi. Harika diyorum, hiç yalnız kalmayacağım.

Harika olacak dediğiniz şeyler hayatımızın en kötü anılarından olabilir, çok kötü olur, asla yapmam dediklerimiz de mükemmel olabilir. Hayat bu; ne zaman karşımıza ne çıkaracağı belli olmaz.

Uçuş günü geldiğinde eşimle havalimanına gittik; planladığımız gibi bavulları verdik, sonra herkes kendi kapısına gitti. O arada babamın eşi de geldi; artık uçak kapısı açıldı, sırayla uçağa alınıyoruz. Yer hostesi kız maske takıyorum diye bana hasta mısınız, tedavi mi görüyorsunuz dedi. Ben de evet dedim. Hastaları uçağa alamıyoruz yalnız, doktor raporu gerekiyor dedi. Yanımda babamın eşi doktor; elinde kaşesi olsa, bu kişi uçabilir yazıp kaşe imza yapsa ok; doktor kimliğini gösterdi, ben refakatçiyim yazarım iznini de dedi ama kaşe yoksa kabul edilmiyor dedi hostes kız. Babamın eşi içeri ben dışarı, o ağır bavulu tek başıma alıp bileti yenileyip eve dönmem gerek. Sabiha Gökçen’e gitmişiz, ev Şişli’de. Hastalık zaten yeterince masraf olmuş. Havabüs’e bindim. O sırada raporun ayarlanması için amcamla, sonra haber vermek için kardeşimle ve babamla konuştum. Yanımda 60’lı yaşlarında bir hanımefendi. Ben sinirden, üzüntüden gözlerim dolu dolu otururken, kanser mi geçiriyorsunuz? Dedi. Evet dedim. Saçlarım yeni dökülmüş, Kaşlarım da dökülmeye başlamış, kirpiklerim azalmış… Çipil çipil bakıyorum kadının yüzüne. Ben de geçirdim rahim kanseri, kemoterapi de aldım, şimdi turp gibiyim dedi. O an, bunu duymam gerekiyormuş demek ki ondan bütün bu olanlar dedim. Saçlarım düzdü, geri gelirken kıvırcık geldi, kaşlarım da böyle ince bir çizgi halinde çıktı ama yeter aman nolacak dedi. Levent’e kadar sohbet ede ede geldiğimiz o ablamıza buradan selam olsun. Bazen söylediğiniz bir cümle ile başka birinin hayatına dokunursunuz, o benimkine dokundu.

Akşam uçağı ile Giresun’a gittim, sinirler bütün gün gerilmiş, ama sonunda ailemin yanındayım. Babam ve eşi her zamanki gibi harika bir sofra kurmuşlar, kemodan dolayı çok iştahım yok; ama sevdiklerimle olmak güzel.

Kemoterapi görürken düzenli yürüyüş yapmak çok önemli, her gün bir saat yürüyorum, babam da temiz hava alalım diye bizi gezdiriyor, kardeşimle beni Giresun kalesine götürdü. Kalenin önünde gözetleme alanı gibi bir balkon var, bu fotoğraf karesi ordan. O sırada aklımda binbir soru: “Burası çok yüksek, acaba düşer miyim?”, 4 kür kemoterapi yetecek mi?”, “Acaba radyoterapi gerekecek mi?”, “Ne kadar halsiz hissettiğim yüzümden belli oluyor mu?”, “Karnımdaki dikiş izi geçecek mi?”, “Ya atlatamazsam?” vs vs vs…O sırada bir ses “Gülümse çekiyorum”.

Gülümsedim; kafamda deli sorular, yüzümde hiç bu sorular yokmuşçasına iplemez gülüşler…Hayat o an çünkü, hayat andan ibaret…

Sağlıkla kalın ♥

3 Comments

  1. Yazının tamamı güzel kalemine sağlık.Yazının en güzel cümlesi bence “demekki ben o cümleyi duymam gerekiyormuş”du.Tebrik ediyorum hayatta hep gülümsemen dileğiyle.

  2. Cesaretin, direncin ve hiç pes etmediğin için seninle gurur duyuyorum, Şebnem’ciğim. Kurallarını senin koyacağın, sen gibi güzel yılların elinde. Benim inancım tam, sana. Sevgiyle ve özlemle seni kucaklıyorum. Yazmaya devam et, yalnız değilsin ** Evrim.

Yavuz Pederlioğlu için bir yanıt yazınCancel Reply