Yazdım içime attığım çığlıkları, bağıramayıp sustuklarımı. Çok şey söylemek istediğimde ve sustuğumda içimde büyüyen çığı renklere boyadım önce, yetmeyince gerçekten bağırmayı denedim, daha da yordu. Gidip terapiste anlatayım dedim. Üzdü o da, hem de çok. Yalnız başıma kaldım, yürüdüm, yürüdüm….ağladım da çok. Öğrendim ki ağlamak da kötü bir şey değil, güçsüz kılmaz insanı, aksine olgunlaştırır. Sonunda kabullenmeyi öğrendim. Olduysa vardır bir sebebi, ya da böyle olması gerekiyormuş dedim.
Çok güzel cümle bak “böyle olması gerekiyormuş”. Hem kabullenme, hem kadercilik belki, ama akışta gelen ne varsa kabulüm, bundan da öğreneceğim varmış dedirtiyor insana…olgunlaştırıyor, güçlü kılıyor.
Güçlü olmak; çok zor inan.
Güçlüysen yıkılmazsın ne de olsa diye üstüne üstüne geliyorlar, ağızlarına geleni söylüyorlar. Laflarını alıp önündeki sepete koyup gönderiyorsun, sen önüne bakıyorsun. Yoruyor evet, ama çok da öğretiyor. Bugün varsam ve bu insansam, siz şerefsizlerin sayesinde diyebiliyorsun.
Hani hayatından alıp götürüyorlar diye düşünüyorsun ya, işte bir o kadar da getiriyorlar aslında.
Yaşlandım, yaşım geçti demeyi bırakıp, hayatın getirdiklerini yaşıyorsun.
Peki Şebo, bu yazdıklarının edebiyatla ne alakası var derseniz, bu bölümün adı belki de “Bence Edebiyat” olmalıydı 😀
Bence edebiyat, insanın söyleyemediklerini güzel sözlere sığdırmasıdır.
Bu bölümde geçmişte yazdığım şiirler (eğer bulursam), bazen öyküler, bazen anlık iç döküşler olabilir. Bazen okuduğumuz kitapları tartışırız, bazen de öneride bulunuruz. Sonuçta edebiyat, insanın her an hayatının içinde, burda blogda neden olmasın, öyle değil mi?